18 Ağustos 2007 Cumartesi

Tepkilerimiz Sonuçsuz Kalmadı

Evet canlar göstermiş olduğumuz tepkiler sonuçsuz kalmadı, kanal d yönetimi ve kavak yelleri adlı dizinin çalışanları canlı yayında özürlerini dilediler.Yani yapmaları gerekeni yaptılar.Bundan sonra da bizlere yapılacak olan saygısızlıklara , saygı çerçevesi içinde tepkimizi göstermekten hiçbir zaman kaçınmayacağımızı herkes bilsin..

Kanal'D ye ORTAK TEPKİ MESAJI

Kanal D'nin yapmış oldğu durumdan bir alevi genci ve türkü sever olarak rahatsız olduk.Bizler bizim icin kutsal isimleri köpege laik gören kanal programlarını görmek istemiyoruz.
kanal' d eye ortak tepki koymak istiyoruz..tepkisini belirtmek isteyen cAnlAr bu adreslere mail atsın.

izleyicitemsilcisi@kanald.com.tr
bizeyazin@kanald.com.tr


Şehidler Şahı Şah Hüseyin bizim özümüzdür kutsalımızdır. Peygamberimizin gözünün nuru torunudur!OnA ve ismine saygı duymak zorundadır HERKES!ALEVİ GENÇLERİ BU İŞİN PEŞİNİ BIRAKMAZ!..


Saygılar

15 Ağustos 2007 Çarşamba

44.ULUSAL 18.ULUSLARARASI HACI BEKTAŞ VELİ ANMA TÖRENLERİ VE KÜLTÜR SANAT ETKİNLİKLERİ

16-19 Ağustos 2007-HACIBEKTAŞ


1.GÜN 16 AĞUSTOS 2007

Bir gün önce Saat:16:00’da (Atatürk Anıtına çelenk konulacak)AÇILIŞYER:Cumhuriyet MeydanıSAAT:10:00SUNUCULAR*Oğuz BUDAK*Emine Cevahir ÇALIKUŞU YAZICI*Naile GÜVENÇAÇILIŞ PROGRAM*Saygı Duruşu*İstiklal Marşı*Kültür ve Turizm Bakanlığı Hacıbektaş Semah Ekibi Gösterisi*Günün Anlam ve Önemini Belirten Konuşmalar*Şiir Yarışmalarını Kazananlara Ödül Verilmesi *Öykü Yarışmasını Kazanana Ödül Verilmesi*Aynur BEKTAŞ, Süreyya BEKTAŞ’a Teşekkür Plaketinin Verilmesi*14. Hacı Bektaş Veli Dostluk ve Barış Ödülünün Verilmesi*Hacı Bektaş Veli Külliyesinin Ziyaret Edilmesi.SERGİLERYER:Hacı Bektaş Veli Kültür Merkezi Sergi SalonuKONU:Resim Heykel Seramik Karma Sergisi(Koordine ve Düzenleme Işık ÇUHACIOĞLU)YER:Hacı Bektaş Veli Kültür Merkezi Fuaye SalonuKONU:”Esintiler”DÜZENLEYEN*Handan TUZLA*Fatma TUZLANot: Sergiler dört gün boyunca devam edecektir.PANELYER:Hacı Bektaş Veli Kültür Merkezi Büyük SalonuSAAT:14:00KONU:”Laik Türkiye Cumhuriyetinde Alevilik”
KONUŞMACILAR*Şakir KEÇELİ, Araştırmacı-Yazar*Prof. Dr. Filiz KILIÇ, Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi Müdürü*Prof.Dr.Alemdar YALÇIN, İzzet Baysal Üniversitesi Rektör Yard.*Cemal ŞENER, Araştırmacı-Yazar, Sosyal Antropolog*Dr. Mustafa Cemil KILIÇ,Din SosyologuTİYATRO
YER:Hacı Bektaş Veli Kültür Merkezi Büyük SalonuSAAT:17:00OYUN:SİMURG (Sivas Katliamının Belgesel Oyunu)OYUNCULAR:Ankara Simurg OyuncularıYAZAN:Serdar DOĞANYÖNETEN:Cengiz SEZGİNI.GÜN GECE KONSERİYER:Cumhuriyet MeydanıSAAT:19:00SUNUCULAR*Oğuz BUDAK*Emine Cevahir ÇALIKUŞU YAZICI*Naile GÜVENÇOZAN SANATÇI SEMAH EKİPLERİSaat:19:00*Kültür ve Turizm Bakanlığı Hacıbektaş Semah Ekibi*Ozan Emaneti*Ozan ŞAHİNİ*Mehmet KUNDAK*Hüseyin ASLAN*Aşık FedaiSaat:21:30*Sabahat AKKİRAZ ve Mustafa ÖZARSLAN*Ali MAHZUNİ*Mazlum ÇİMEN*Gülşen ALTUN*Grup YENİCE YOLLARIHAVAİ FİŞEK GÖSTERİSİYER:Müze BahçesiSAAT:21:00


2. GÜN 17 AĞUSTOS 2007

ANIT AÇILIŞIYER:ÇilehaneSAAT:11:00KONFERANSYER:Hacı Bektaş Veli Kültür Merkezi Büyük SalonuSAAT:14:00KONU: ”Enel Hak”KONUŞMACI*İlhan SELÇUK Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi. Gazeteci-YazarTİYATROYER:Hacı Bektaş Veli Kültür Merkezi Büyük SalonuSAAT:17:00OYUN:YüzleşmeOYUNCULAR:Tuncay Özinel TiyatrosuYAZAN:Tuncay ÖZİNELYÖNETEN:Ali YAYLI2.GÜN GECE KONSERİYER: Cumhuriyet MeydanıSAAT:19:00SUNUCULAR*Oğuz BUDAK*Emine Cevahir ÇALIKUŞU YAZICI *Naile GÜVENÇOZAN SANATÇI SEMAH EKİPLERİSaat: 19:00*Ozan Turani Baba*Ozan Bindebir*Hacıbektaş ve Yükseköğretim Kurumlarına Yardım Deneği Semah EkibiŞİİR DİNLETİSİ*Ahmet GÖKÇE, Mustafa ERMİŞ, Sezai AKSU*Ali BAŞTUĞSaat :21:00*Gülseren KILIÇ*Zeynep KARABABASaat:22:00*Hasan YÜKSELİR*Yusuf GÜL*Zeynel ABA*Emrah MAHZUNİ

3. GÜN 18 AĞUSTOS 2007

SEMAHLARLA DELİ DERVİŞYER:Hacı Bektaş Veli Kültür Merkezi Büyük SalonuSAAT:11:00DRAMA:Servet GÜNERSEMAHLAR:Mualla TEBEROĞLUPANELYER:Hacı Bektaş Veli Kültür Merkezi Büyük SalonuSAAT:14:00KONU:”İrtica ve Emperyalizim”KONUŞMACILAR*E.Orgeneral Şener ERUYGUR ADD Genel Başkanı (Yönetici)*Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER*Prof. Dr. Alpaslan IŞIKLI Tüm Öğretim Üyeleri Deneği Genel Başk.*Mustafa BALBAY Gazeteci Araştırmacı-Yazar*Av. Turhan KARAKAŞ Araştırmacı YazarBİRLİK CEMİYER:60.Yıl Kapalı Spor salonuSAAT:18:00-20:00 arasıDÜZENLEYEN:Hacıbektaş ve Yüksek Öğretim Kurumlarına Yardım Derneği3.GÜN GECE KONSERİYER:Cumhuriyet MeydanıSAAT:19:00SUNUCULAR*Oğuz BUDAK*Emine Cevahir ÇALIKUŞU YAZICI*Naile GÜVENÇOZAN SANATÇI SEMAH EKİPLERİSaat:19:00*Hacıbektaş Kültür Turizm Sosyal Yardım ve Dayanışma Derneği Semah Ekibi*Ozan ZEBUNİ*Yusuf DUMLUPINAR*Grup BABA ZULASaat:21:30*Hüseyin TURAN*Yusuf BENLİ*Makbule ORAL*Kazım KALAYCI

4. GÜN 19 AĞUSTOS 2007

PİKNİKYER:DedebağSAAT:13:00 -19:00Bu Program;* Hacıbektaş Belediyesi,* Hacı Bektaş Veli Anma Kurulu’nun, ortak çalışmaları sonucunda yapılmıştır.
KATKIDA BULUNAN KURUMLAR
*TBMM Kültür Sanat Yayın Kurulu
*Başbakanlık Tanıtma Fonu
*Kültür ve Turizm Bakanlığı

VİLAYETNAME’DEKİ SÖYLENCELERE GÖRE HACI BEKTAŞ VELİ


Hacı Bektaş Veli’nin, söylencelere dayalı yaşamı Vilâyet-nâme-i Hacı Bektaş-ı Velî'de anlatılmıştır. Vilayetnamede, Türbenin kubbesinin II.Bâyezid’in fermanı ile kurşunla kaplanışının anlatılması ile, Bektaşi tarikatının kuruluşunda çok önemli bir yeri olan ve 1501’de tekkenin post-nişin’liğine getirilen Balım Sultan’ın adından hiç bahsedilmeyişi dikkate alınırsa; Vilayetnamenin II.Bâyezid’in (1448-1512) padişahlığı(1481-1512) döneminde ve 1501 yılından önce kaleme alındığı ortaya çıkmaktadır. Abdülbaki Gölpınar'lı, Vilayetname'nin yazarının Firdevs-i Rumi (Uzun Firdevsi) olduğunu ileri sürmüşse de, bu kanıtlanamamıştır.
Söylenceler üzerine yazılan Vilayetname, destansı özellikler taşımaktadır ve Hacı Bektaş Veli’ye olağanüstü güçler atfedilmektedir. Hacı Bektaş Veli'nin yaşam öyküsü, halkın ve müritlerinin düşüncelerindeki söylencelere göre biçimlenmiştir. Hacı Bektaş Veli, günümüzde de geçerliliğini koruyan öğretisi ve düşünceleri ile sevilmiş ve yüceltilmiştir. Söz konusu söylence ve anlatımların, O'na duyulan büyük sevginin bir ifadesi; yazılı kaynakların sağlıksız ve az olduğu bir dönemin ürünü olduğunu göstermektedir. Vilayetnamenin nüshaları ile, bir çok tekkede karşılaşılabilmektedir. Vilayetname, masal anlatan bir metin gibi görünse de, Hacı Bektaş Veli'ye ve dönemine ilişkin gerçeklere ulaşmamıza yardımcı olacak, bir bilgi kaynağı olduğu görmezlikten gelinmemelidir. Hacı Bektaş Veli'nin, söylencelere dayalı yaşamının anlatıldığı, Vilayetnamedeki destansı anlatımların bazıları şöyledir: Hacı Bektaş Veli'nin Hünkar Ünvanını Alışı:Bektaşi kaynakların da, Hacı Bektaş Veli için çok sık kullanılan, bir de Hünkar lakabı vardır. Hacı Bektaş Veli’ye Hünkar denilmesi de, yine bir söylenceye dayandırılmaktadır: Hocası Lokman Perende, bir gün Bektaş’a ders verirken, abdest almak için dışardan su getirmesini ister. Bunun üzerine Bektaş, “Hocam, bir nazar etseniz, mektebin içinden su çıksa da dışardan su getirmeye muhtaç olmasak.” cevabını verir. Lokman Perende ise “Buna gücüm yetmez, gücün yetiyorsa sen yap.” deyince, Bektaş, el kaldırıp dua eder. Bektaş elini yüzüne vurup secdeye kapandığında, mektebin ortasından bir pınar akmaya başlar. Hacı Bektaş’ın bu kerametini gören hocası Lokman Perende, sevinçle “Ya Hünkar!” demekten kendini alamaz. Bundan sonra da Hacı Bektaş Veli'ye, “Hünkar” da denilmeye başlanmıştır.Hacı Bektaş Veli'nin Hacı Ünvanını Alışı:Hacı Bektaş Veli’nin Hacı ünvanını almış olması, şu söylenceyle anlatılmaktadır: Hocası Lokman Perende hacca gider. Kâbe’yi tavâfdan sonra, Arafâta çıkar. Orada, yanındakilere “bugün arife günü, şimdi bizim Türkistan'da herkes ‘bişi’ pişirir.” der. Bu söz Hünkar’a malum olur. Lokman Perende’nin evinde de, gerçekten bişi pişirilmektedir. Hünkar, Lokman Perende’nin evine giderek, şeyhin hanımından, bir tepsiye bişi koyup kendisine verilmesini ister. Hünkar,Tepsiye konulup, kendisine takdim edilen bişi’yi, göz yumup açıncaya kadar, Lokman Perende’ye götürüp sunar. Bundaki hikmeti anlayan Şeyh Lokman Perende, arkadaşları ile beraber bu “bişi”yi yerler. Hac dönemi bitip Hicaz’dan dönülünce, Nişabur halkı Lokman Perende’yi karşılamaya çıkar. “Haccın kabul olsun.” diyerek tebrik ederler. Lokman Perende, gelen halka Bektaş’ın kerametini anlattıktan sonra, “Esas hacı olan Bektaş’tır.” diyerek, onu tebrik eder. Bunun üzerine adı Hacı Bektaş olur.Hacı Bektaş Veli'nin Rum Ülkesine (Anadolu’ya) Gönderilişi:Kutsal emanetler Elifî Taç, Hırka (kılık), Çırağ (mum), sofra (yaygı, sini altı), alem (sancak), seccâde (namaz halısı) Peygamber’e tanrı tarafından gönderilmiş, ondan Ali’ye ve Sekizinci İmam Alî er-Rızâ’ya geçmişti. Ahmet Yesevî’nin halifeleri, emanetin aralarından birine verilmesini isterler. Bunun üzerine Ahmet Yesevi, “Kendisine verilecek olan, onları almağa gelecektir.” diye söyler. Duyumgücü ile bu çağrıyı alan Hacı Bektaş, mekan sınırlarını aşarak, göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir an içinde, Türkistan’a varır ve Ahmet Yesevî’nin dergahının eşiğine yüz sürer.Pir, töreye göre, onun saçını kazıdıktan sonra, kendisine nasip sunar ve kutsal emanetleri verir. “Git, seni Rum ülkesine gönderiyoruz, sana oturacağın yer olarak Solucakarahöyük’ü veriyor ve seni Rum Abdallarına baş kılıyoruz. Rum’da gizlere ermiş, kendini aldırmış ve cezbeye girmiş olanlar (gerçekler, budalalar ve esrikler) çoktur. Bir yerde eğlenmeden heman var.” diye söyler. Hacı Bektaş, ertesi gün güneş doğarken, Ahmet Yesevi’den izin alarak yola koyulur. Varışını bildirmek için, dervişlerden biri, yanan bir odun parçasını, uzaklara doğru havaya atar. Bu bir dut dalıdır. Konya yakınlarına düşer ve Hak Ahmet Sultan adlı ermiş bir kişi onu alıp, şimdi Bektaşilerin tekkesi olan yerin eşiğine diker. Ağaç bugün de oradadır ve tepesi yanmış bulunmaktadır.Hacı Bektaş, yolculuğu sırasında da kerametler gösterir. Arslanların koruduğu bir yere vardığında, kendisine saldıran iki arslanı taşa döndürür. Bir ırmağa vardığında, balıklar onu selamlamak için sudan baş çıkarırlar. Rum sınırında güvercin donuna bürünür ve Solucakarahöyük’te bir taşa konar.


Hacı Bektaş Veli ve Karaca Ahmet:Sayıları elli yedi bin olan Rum ülkesi dervişlerinin (Rum erenlerinin), gözcü’leri Karaca Ahmed'dir. Hacı Bektaş’ın geldiğini duyan Rum dervişleri, Horasan’dan gelen sözcü’nün yolunu kesmek isterler. Bu düşünceyle, Rum ülkesine Irak’tan geçerek gelmiş bulunan Hacı Toğrul, bir doğan kılığında, güvercini avlamak üzere uçar. Fakat Hacı Bektaş, hemen insana dönüşüp doğan’ı yakalar. Kendisine; “Ben size güvercin donunda geldim. Eğer daha güçsüz bir kılık bulsaydım, ona bürünecektim. Sizse beni bir zalim görüntüsü ile karşıladınız.” diyen Hacı Bektaş’ın önünde, yenik Hacı Toğrul yere yüz sürer. Hacı Bektaş, Rum dervişlerine, onu gerisin geriye yollar. Hacı Bektaş bu gelenlere, “Horasan Erenlerindenim. Türkistan’dan geliyorum. Mürşidim Türkistan’ın doksan dokuz bin dervişinin Pir’idir. Soyum Muhammed-Ali’den gelir, nasibim Tanrıdan.” diye kendini tanıtır. Rum dervişleri, Karaca Ahmed’e dönerek, “Ahmet Yesevi bize bir dev göndermiş.” derler.Hacı Bektaş Veli ve Taptuk Emre:Hacı Bektaş Rum ülkesine geldiğinde, Kadıncık’ın evine yerleşir. Ardından dervişler, her yandan akın akın gelir. Emre adlı ermiş bir kişi, Hacı Bektaş’ın veliliğinin kanıtını görmek ister. Hacı Bektaş Veli, Sarı İsmail’i gönderip Emre’yi yanına getirtir. “Ya Emre, duyduk ki, dostlar divanında, erenler cem olup nasip ulaştırdığı vakit, Hacı Bektaş adında bir kimseyi görmedik demişsiniz. O yüce dostlar cem’inde, destur dağıtan elin nişanı vardır. O nişanı gördünüz mü?” diye sorar. Emre cevap verir: ”O divanda, yeşil perde arkasından bir yeşil el çıktı, bize destur ulaştırdı. O elin avuç içinde, yeşil bir beni vardı. Eğer o yeşil beni görürsem tanırım. Onu da, erenlerin en üstünü olarak kabul ederiz.” Hacı Bektaş Veli, Ali’nin simgesi yeşil bir ben bulunan el ayasını gösterdiğinde, Emre “Taptuk Hünkarım” diye haykırır. Adı Tapduk Emre olarak kalır.
Hacı Bektaş Veli’nin Sulucakarahöyük’e Gelişi:Çepni’ler boyundan Yunus Mukrî, bilge, okumuş ve tanınmış bir adamdı. Sulucakarahöyük’e gelip yerleşmişti. Ulularından biri olduğu Çepni’ler boyundan ayrılmıştı. Dört oğlu vardı: İbrahim, Süleyman, Saru ve İdris. İdris, babası gibi okumuş ve tanınmış bir kişi idi. Saru da öğrenim görmüştü. Fakat öbür ikisi ümmî idiler. İdris’in Kutlu Melek adlı bir karısı vardı. Kendisine, Kadıncık denirdi. Bir gün Kadıncık, öbür kadınlarla birlikte çamaşır yıkarken, Hacı Bektaş çeşmeye doğru yaklaştı. Acıkmıştı ve yiyecek istiyordu. Kadınlar ona, verecekleri şeyleri olmadığını söylediler. Kadıncık eve koştu, ekmekle yağ alıp, Hacı Bektaş’a getirdi. Hacı Bektaş ona, “Küpün hiç boş kalmasın!” dedi.Akşam olup da, İdris’in annesi yemek koymaya gittiğinde, küpü ağzına kadar dolu buldu ve şaşırdı. Fakat Kadıncık, bunun dervişten olduğunu anlayarak kocasına kerameti anlattı. Kocası, gece camiye varınca, orayı da aydınlık içinde buldu. Oysa mescidin mumları sönüktü. Bir köşede, başı ışıkla çevrili bir dervişin dua ettiğini gördü. Geri dönüp karısını uyandırdı. Birlikte Hacı Bektaş’ı bulmaya çıktılar ve onu, kendi evlerinde kalmaya çağırdılar. İdris’in kardeşi Saru, Hacı Bektaş’ın onların evlerinde kaldığını görünce, Hacı Bektaş’ı ve Kadıncık’ı zina ile suçladı. Fakat İdris, bu sözlere değer vermedi. Hacı Bektaş, Kadıncık’ın evinde kaldığında, Sulucakarahöyük’te yalnız yedi ev vardı. Herkes sıra ile sürüleri otlatmaya, ya da bağdan meyve kaldırmaya gitmekteydi. Bir gün Hacı Bektaş ve Saru, bağa elma toplamaya gittiler. Saru, Hacı Bektaş’tan dalları dolu bir ağaca çıkmasını istedi. Hacı Bektaş hemen ağaca tırmandı. Saru başını kaldırdığında, Hacı Bektaş’ın hayalarının yerinde bir beyaz ve bir kırmızı gül bulunduğunu gördü. Yanılgısını anladı ve Hacı Bektaş’tan kendisini bağışlamasını dileyerek, ayaklarına kapandı. Ölünceye kadar da onun sadık müridi oldu.


Hacı Bektaş Veli ve Halifeleri:Vilayetnamede, Hacı Bektaş Veli'nin halifeleri ile ilgili söylenceler ve bilgilerde bulunmaktadır. Hırka dağı ile ilgili söylence şöyledir:Bir gün Hacı Bektaş ve Abdal’ları Hırka Dağına çıkarlar. Hacı Bektaş onlara ateş yakmalarını söyler. Ateşe yaklaşınca, kendini aşma durumuna geçerek semah yapmaya başlar. Abdallar da ona uyar. Ateşin çevresini kırk kez dolanırlar. Ateş sönünce küllerini savurur. “Ey Rabbim, bu külün düştüğü yerden odun olsun, ağaç bitsin. Her gün götürüp yaksınlar, huzur bulup rahat etsinler.” diye söyler. Hünkar’ın nefesi üzerine, odun bitmek yerine çoğalır. O günden bugüne, o dağın adına Hırka Dağı denmektedir.Bir diğer söylence ise şöyledir: Bir gün Saru İsmail, Hırkadağı'nda iki mum yanmakta olduğunu görür. Hacı Bektaş Veli, "Gayb Erenleri"nin kendilerini görmeğe gelmiş olduklarını söyler. Hemen Hırkadağı'na çıkarlar ve orada "Gayb Erenleri"nin yanında üç gün kalırlar. Sonra geri dönerler. Fakat zaman durmuş, öbür halifeler hiçbir şey farketmemişlerdir.Vilayetnamede, Hacı Bektaş Veli'nin Halifeleri şöyle anlatılmaktadır: Hacı Bektaş Veli, otuz altı bin çerağ yaktı, otuz altı bin müridi oldu. Cemal Seyyid, Saru İsmail, Kolu Açık Hacım Sultan, Baba Resul, Pir Ebi Sultan, Receb Seydi, Sultan Bahaeddin, Yahya Paşa, Barak Baba, Ali Baba, Saru Kadı, Atlas-pûş Sultan, Dust-ı Hudâ, Hızır Sâmit bunlar arasındadır. En sevdiği Cemal Seyyid idi. Kendisini Akdeniz yönüne yolladı ve o Gelibolu'ya gitti. Kolu-açık Hacım Sultan'da onun büyük Halifelerinden biri idi. Ma'nâ (bâtın) kılıcı ona verilmişti. Meydan sâkîsi olmuştu. Hacı Bektaş Veli kendisini, bir tekke kurmağa, Germiyan beldesine yolladı. Pir Ali Sultan, çırağcı'sı idi. Konya'ya Sa'deddin Konevî'nin yanına gitti. Orada gömülüdür. Güvenç Abdal da Hacı Bektaş Veli'nin dervişleri arasında yer alanlardan biri idi.

Hacı Bektaş Veli'nin Çilehane'ye Yumrukla Pencere Açması:Hacı Bektaş Veli, Çilehanede düşünüp tefekkür kılmakta iken, Erenlerden bir grup ziyaretine gelir. Hak'la beraber olduğunu öğrenerek, onlarda Çilehane'ye gelirler. Hünkar ile oturup sohbet ederler. Sohbet esnasında "Bu çilehane çok karanlık, bir ışık gelecek yeri olsaydı." derler. Hacı Bektaş Veli, Hak aşkıyla dışarı çıkar, sağ eliyle yumruk edip, o yerli taşa öyle bir vurur ki, hemen hemen bir adam sığacak kadar delik açılır. Çile mağarasının içi apaydınlık olur. Erenler, Hacı Bektaş Veli'nin kerametini görüp, itikat eylerler. Hayır duasını alarak yollarına revan olurlar.

Beş Taşların Şahitliği:Hacı Bektaş Veli, Kadıncık Evinde ikamet ederken, Karahöyük Köyünde yedi hanenin dışında ev yoktur. Sığırları güdücüye vermezler ve sırayla güderler. Sıra İdris Hocaya geldiğinde, o gün çok önemli işi vardır. Hacı Bektaş Veli, İdris Hoca'nın yerine sığırları gütmeyi kabul eder. Sığırları otlata otlata, Mucur İlçesi yolunda Beşkayalara kadar götürür. İdris Hoca'nın kardeşi Sarı'da, öküzlerini Hacı Bektaş Veli'nin güttüğü sığır içine sürer. Hacı Bektaş Veli Sarı'ya: "Öküzlerini kurt yerse, sebebi ben değilim. Al git öküzlerini, ne yaparsan yap!" diye söyler. Hacı Bektaş Veli'nin öküzleri gütmeyi kabul etmemesine rağmen, Sarı öküzleri bırakır. Bunun üzerine Hacı Bektaş Veli: "Ey beş taşlar, siz şahit olmalısınız ki, ben kabul etmeden Sarı öküzlerini bıraktı. Sarı'ya üç defa, öküzlerini gütmeyeceğimi söyledim. Yarın hesap günü şehâdet edersiniz." der. Akşam olduğunda sığırlar köye döner. Sarı'nın öküzleri dönmemiştir. Hep birlikte öküzleri aradıklarında, beş taşların yanında, ufak dereciğin içinde, dört adet öküzün ikisini kurt yediğini görürler. Sarı, Hacı Bektaş Veli'den zararını karşılamasını ister. Hacı Bektaş Veli, aralarındaki konuşmayı aktarır ve beş şahidinin olduğunu söyler. Cemaat, sığır otlağına vardığında, Hacı Bektaş Veli beş taşlara dönerek: "Ey beş taşlar, Hakk'ın izni ile yine Hakk için, mutlaka gelin. Olanlara, doğru şahadette bulunun." diye söyler. Beş adet taşın hepsi birden, Hünkar'ın da himmetiyle sırayla gelip, heyet huzurunda şahitlik yapıp, Sarı'nın haksız olduğunu anlatırlar.Hacı Bektaş Veli'nin Eğilmiş Duvarı Düzeltmesi:Hacı Bektaş Veli, bazen Kadıncık Evinde, bazende Çilehane'de vakit geçirirdi. Kadıncık Evinde ibadet ederken, evin duvarı yıkılmaya başlayıp, eğilir. Bunu gören Kadıncık: "Ya Hünkar, duvar yıkılıyor, oradan bir kenara çekilseniz iyi olur." diye seslenir. Hacı Bektaş Veli, eliyle işaret eyleyerek duvara, "dur" deyince, duvar durur. Yerinden kalkıp, sırtını vererek duvarı düzeltip, tekrar yerine oturur. Duvarda, sırtının kalıbı olduğu gibi belli olmuştur.

Akpınar:Hacı Bektaş Veli, Sarı İsmail ile Karahöyük Köyünün alt kısmında, dere kenarında otururken, elleriyle yeri karıştırmaya başlar. Üç defa "Ak pınarım" der. Zülâl gibi bir su çıkıp, akmaya başlar. Hünkar, "Beni, ak pınarım diye üç defa neden söylettin." der. Sarı İsmail, sudan bir avaz işittiğini, "Birinci söylemende Horasan ve Nişabur şehrinden hareket edip, Erciyes Dağına geldim, dağın yol vermemesi nedeniyle yedi defa etrafını dolandım; ikinci emrinde onunla meşgul idim; üçüncü seslenmede ancak gelebildim." diye seda duyduğunu aktarır.

Hacı Bektaş Veli, Seyyid Mahmud Hayrani, Uçan Kaya:Akşehir’de, Seyyid Mahmud Hayrani adlı biri vardır. Bir arslanın üzerinde, elinde kamçı gibi kullandığı bir yılan ve yanında üçyüz Mevlevi dervişle Hacı Bektaş Veli’yi ziyaret amacıyla yola çıkar. Haberi alan Hacı Bektaş Veli, “Bu kimse canlı varlıklara binmiş geliyor, bizde cansıza binelim.” der. Kızılca Halvet yakınında bir kızıl kaya vardır. Hacı Bektaş, kayaya tırmanır ve yürümesini buyurur. Taş, bir kuş biçimini alarak yola düşer. Seyyid Mahmud Hayrani, bir erin cansız kayaya binmiş, altındaki kaya kuş gibi uçup geldiğini görünce, Hacı Bektaş Veli’nin hikmetine hayran kalır. Seyyid Mahmud Hayrani “Er nazarında küstahlık ve edepsizlik etmişiz.” diyerek, derhal aslandan inip, yılanı elinden salıverir. Tekkeye toplanırlar. Dervişler birbirleriyle görüşürler. 300 tane dervişin hepsi de Hünkar’ın ayaklarına düşerler. Tüm dervişler, Tekkekayanın önünde saf bağlayıp cem oluştururlar. Yeme, içme, sohbet, muhabbet ve semah yaparlar.Hacı Bektaş Veli ve Ahi Evran:Kırşehir’e Gülşehir denirdi. Pek çok cami ve medrese vardı ve şehir okumuş, bilge kimselerle dolu idi. Bunlar arasında, Denizli’den Konya’ya, oradan Kayseri’ye gelen ve Gülşehir’de yerleşen Ahi Evren de bulunuyordu. Fütüvvet Loncasının ulularından idi. Fakat kökeni bilinmiyor idi. Çünkü Gayib Erenler’indendi. Onu aleme tanıtan Sa’deddîn Konevî oldu. Birçok kerameti vardı ve ünü yaygındı. Hacı Bektaş ve Ahi Evren birbirlerini çok severlerdi. Sık sık birbirlerine giderlerdi. Birlikte pek çok dervişe el vermişlerdi. Bunlar arasında, Germiyan ülkesinden Denizli’li bir harami vardı. Yıllar boyu, uzun yollarda, adam öldürerek koşmuş durmuştu. Bir gün pişmanlık duyup, Sulucakarahöyük’e gelir. Hacı Bektaş ona, kuru bir ağaç dalı verir ve “Ağaç yeşerdiğinde bağışlanmış olacaksın!” der. Adam Denizli’ye dönüp, orada bir yer satın alıp kuru ağacı diker. Yıllar geçer, ağaç yeşerir. Hacı Bektaş Veli, adamın saçını traş edip, ona Elifi Tac giydirir ve icazet verir. Şimdi Denizli’de bir tekkesi bulunmaktadır ve Bostancı Baba tekkesi denmektedir.

Hacı Bektaş Veli ve Yunus Emre:Eskişehir'in Sivrihisar'ında, geçimini çiftçilikten sağlayan Yunus adında bir köylü vardır. O yıl kuraklık olmuş, ürün alamamış, zor durumda kalmıştır. Hünkar'ın himmeti ve hikmetini duymuş, ona gitmeye karar vermiştir. Öküzünün sırtına bir yük alıç yükleyerek yola çıkar. Hünkar'ın huzuruna çıktığında, durumunu ve perişanlıklarını anlatıp, yokluktan kurtulabilmek için lutufunu diler. Hünkar, alıç yükünü kabul edip, içeri aldırır. Yunus'un gelişinin üzerinden iki-üç gün geçer. Gitmek için müsade istediği Hünkar'a iletilince, "Varın söyleyin Yunus'a! Buğday mı verelim, yoksa alıcı sayalım, her birine iki nefes mi verelim?" diye sorulmasını ister. Yunus, "Bana buğday lazım, ailem aç, ben nefesi ne yapayım." deyince, Hacı Bektaş Veli, Yunus'un öküzünün yükünü buğdayla doldurtur. Yunus buğdayı alıp yoluna devam eder. Köyüne yaklaştığında, buğdayın yendikçe tükeneceğini, sunulan nasibi reddetmekle hata ettiğini düşünüp, pişman olur. Önerilen himmeti tekrar kerem kılar, umudu ile geri döner. "Buğdayı istemiyorum, bana önceki dediği himmetten nasip eylesin." der ise de, "Biz nasibin en büyüğünü Taptuk Emre'ye sunduk. Varıp nasibini ondan alsın." cevabını alır. Yunus,aldığı cevaba uyarak Taptuk Emre'ye yollanır. Yunus, dağa gidip, odunun doğru olanlarını toplayarak ve yaş ağaç kesmeden, Tapduk Emre'nin tekkesine odun çekmeye başlar. Vakti gelince, Hacı Bektaş Veli'nin "Himmet hazinesinin ağzını açtık, nasibini verdik, söyle" demesi ile aşka gelen Yunus Emre, halk arasında ulu bir divan edebiyatı yaratır..
Hacı Bektaş Veli'nin Ölümü:Hacı Bektaş Veli, öleceğini anlayınca Saru İsmail'i çağırtır. Ona "Öldüğümde beni bir ceviz tabuta koyun. Kadıncık'ın oğlu, Hızır Lâle Cican benim yerimi alacaktır. Elli yıl sonra onun yerini, kırk sekiz yıl şeyhlik yapacak olan Mürsel alacak; sonra da Yusuf Bali, otuz yıl onun halefi olacaktır." der.

Hacı Bektaş Veli Hakka ruhunu teslim edince, cenaze hazırlıkları başlar. Rum ülkesinde bulunan tüm gönülden sevenleri, atlı ve yaya olarak gelirler. Çile Dağı tarafından, donu yeşil, elinde yeşil sancak ve yüzü örtülü bir boz atlı gelir. O boz atlı meçhul kişi, meftayı eliyle yur, yıkar, cenazesini kendi eliyle kefenleyip mezara koyar. Boz atlı uzaklaşıp giderken, Saru İsmail kim olduğunu görmek ister. Yüzündeki örtü açılınca, boz atlının Hacı Bektaş Veli olduğunu görür. Saru İsmail'e "Er odur ki, ölmeden önce ölür ve kendi bedenini yıkar. Buna ermeye çalış." diyerek gözden uzaklaşır.Hacı Bektaş Veli Türbesinin Yapılışı:Edirne'yi alan Sultan Gazi Murad Bursa'da oturuyordu. (Edirne yöresi, Orhan tarafından alınmış olup, burada Orhan ile I.Murat karışıklığı olabilir.) Hacı Bektaş Veli için bir türbe yaptırmayı diler. İşi, mimar Yanko Madyan'a verir. Sekizinci İmam aşkına sekiz köşeli bir kubbe yapmasını ister. Kubbe tamamlanınca, tepesine tunç bir alem dikmek istenir. Fakat kubbe çöker, yapı dağılır. Mimar düşerken Hacı Bektaş Veli'den yardım diler ve O, kendisini kurtarır. Bunun üzerine mimar dervişliğe girip, Sâdık adını alır. Dergah'ta altı yıl yaşar. Hızır Lale'ye: "Mezarımı Hacı Bektaş Veli'nin kabri eşiği altına kazın. Ona o kadar sıtkıle bağlandım ve hayran kaldım ki, ziyaretine gelenler, onun aşkı muhabbetine benim siğnemi çiğnesinler." diye vasiyetini bildirir. Öldüğünde vasiyeti nedeniyle türbenin eşiğine gömülür.

HACI BEKTAŞ-I VELİ VE FELSEFESİ


YAŞAM FELSEFESİ, İNANÇ VE ÖĞRETİSİ:

Hacı Bektaş Veli'nin 13.yüzyılda temellerini attığı ve günümüzde de geçerliliğini koruyan düşüncelerinin ışığını; O'nun (yada O'na atfedilen) şiirleri ve özdeyişlerinde; hakkında anlatılan söylencelerin satır aralarında buluyoruz. Bu şiir ve özdeyişlerle, söylencelerin satır aralarında; Hacı Bektaş Veli'nin, sevgi, eşitlik, tanrı, din, paylaşım, hoşgörü, bilim, eğitim gibi kavramlara bakışını yakalıyoruz. Felsefesini insan sevgisi, hoşgörü, paylaşım ve toplumsal eşitlik ilkeleri üzerine oluşturduğunu görüyoruz.Hacı Bektaş Veli’nin, Hoca Ahmed Yesevi Dergahı’ndaki eğitim ve öğrenimini tamamladıktan sonra; 12. ve 13. yüzyılın savaş ve kargaşa ortamında, barışın simgesi olan bir güvercin donuyla Anadolu'ya geldiği söylencesi oldukça anlamlıdır. (Velayetname'de her ne kadar Hacı Bektaş Veli’nin Hoca Ahmed Yesevi’den emanetlerini aldığı ifade edilerek, Hacı Bektaş Veli onun çağdaşıymış gibi gösterilmekte ise de, aslında ikisinin yaşamı arasında bir asırlık fark vardır. Bu ilişki, sadece manevi bir ilişkidir.) Anadolu’ya geldiğinde, mazlumun ve yoksul Anadolu halkının safında yerini alan, bir süre Amasya’da Baba İlyas'la birlikte hizmet veren Hacı Bektaş Veli; daha sonra güvercin donunda Sulucakarahöyük’e, bugünkü Hacıbektaş ilçesine yerleşerek, Anadolu insanının yaşam biçimleri, inançları ve kültürel değerlerinin sentezinden oluşturduğu, Anadolu Alevi ve Bektaşi inancını ve yaşam felsefesini burada yeşertmiştir.Hacı Bektaş Veli'nin, savaş yerine barışı; düşmanlık yerine dostluğu; kin yerine sevgiyi ve hoşgörüyü benimseyen, hümanist bir anlayışa sahip olduğunu görmekteyiz.Bir çok medeniyetlere evsahipliği yapmış olan Anadolu; 13.yüzyıldan itibaren, Hacı Bektaş Veli'nin "düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu", "nefsine ağır geleni kimseye uygulamayınız" , "eline, beline, diline sahip ol" , "yetmişiki milleti bir gör" anlayışı ile yoğurulur. "Yolumuz, ilim, irfan ve insanlık sevgisi üzerine kurulmuştur" diyen Hacı Bektaş Veli; öğretisinin temel ilkelerini oluşturan bu dizeleriyle, günümüz insanının ulaşmaya çalıştığı hedeflere işaret ettiği anlaşılmaktadır.Hararet nardadır, sac'da değildir,Keramet baştadır, tac'da değildir,Her ne arar isen, kendinde ara,Kudüs'te, Mekke'de, Hac'da değildir.diyen Hacı Bektaş Veli, her şeyi insanda arayan; Hakk’ı kendi özünde, kendi özünü Hakk’ta bulan anlayışıyla, sevgiyi ve bilimi kendisine rehber kılmıştır. Hacı Bektaş Veli’ye duyulan ilgi, saygı ve sevgi, Alevi-Bektaşi öğretisinin temelini oluşturan İnsan-Tanrı-Doğa sevgisine dayanan hümanist yaşam felsefesi ve öğretisinden kaynaklanmaktadır. O'nun anlayışında dinin kaynağı tanrı korkusuna değil, tanrı sevgisine dayanır."Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır", " kadınları okutunuz", " okunacak en büyük kitap insandır" diyen Hacı Bektaş Veli, inancı hurafelerden arındıran; akla, mantığa ve sevgi temeline dayandıran; kadın ve erkek eşitliğini savunan ve döneminde Hatun Ana (Kadıncık Ana) önderliğinde kurulan Anadolu Bacıları teşkilatına büyük destek veren bir düşünce adamıdır. Halk kültürüne ve eğitimine önem veren; üretimde ve paylaşımda sosyal adalet ilkesini benimseyen; "insanın alnı açık ve cesur dolaşması için her şeyden önce adaletli olması gerektiğini" savunan bir düşünürdür.Hacı Bektaş Veli Dergahı, Alevi-Bektaşi inancının bir merkezi olduğu gibi; sosyoekonomik, kültürel ve politik dayanışmanın da bir merkezi olmuştur. Bir kültür merkezi olan bu dergahta, halkı aydınlatacak ve halkın sorunlarıyla ilgilenecek dervişler, mürşitler, dedeler, dede-babalar yetişmiştir. Ahi kurumlarıyla (meslek loncalarıyla) birlikte, çeşitli meslek dallarında eğitim verilmiştir."Hiç bir milleti ve insanı ayıplamayınız!" diyen Hacı Bektaş Veli; Anadolu’nun sosyal, siyasal, ekonomik, etnik ve dinsel yapısını dikkate alarak, sevgi ve hoşgörü kültürünün temellerini atmıştır. Uygarlıklar beşiği Anadolu’nun zengin kültür mozaiğini, bozmadan; parçalamadan; farklılıklarıyla; sevgi ve hoşgörü temelinde biraraya getirerek ve tasavvufla yoğurarak, Anadolu Alevi ve Bektaşiliği'nin doğmasına öncülük etmiştir. Farklı dillerden, farklı kökenlerden ve kültürlerden gelen insanları bir bilen; ceylanla arslanı dost olarak kucaklayan, bu anlayıştır. Bu anlayışın, Evrensel İnsan Hakları Beyannamesinde ifade edilen düşüncelerin temeli olduğu; günümüz insanının, hala bu anlayışa ulaşma çabası içinde olduğu yadsınamaz.

Konserler

Konser: Folklorika "Kubat & Ruhsar Öcal & Gülay & Hüseyin Likos & Zafer Erdaş & Özlem Soydan''
Tarih: 16.08.2007
Saat: 21:00
Yer: Harbiye Açikhava Tiyatrosu Harbiye-Istanbul
Bilgi: 0212 296 36 16
Bilet: 40-45-50-60-75-110 YTL

HALK EZGİLERİNİ DERLEME AMAÇLARI VE BAZI GENEL KAVRAMLAR

Derleme: Tespit etmek, toplamak, bir araya getirmek demektir. Halk müziği için bu terim belli bir alanda, belli bir zaman dilimi içinde, belirli kişi ya da kişilerden, belli bir mekanda, karşı karşıya gelmek suretiyle, halk ezgilerini toplamak; notaya, ses veya bir görüntü cihazına tespit etmek, anlamına gelir.

Derleme yapılan coğrafi yöre, Alan/Saha olarak tanımlanır. Tespit, ise belirlenmiş bir alan içinde yer alan açık veya kapalı bir mekanda yapılır. Derleme işini programlayarak gerçekleştirilen kişi ya da kişilere de Derleyici/Derlemeci adı verilir. Geleneksel müzik değerlerini hafızalarında saklayan ve bunları derlemecilere ya da çeşitli teknolojik vasıtalarla kültür-sanat camiasına aktaran kişi/kişiler ise Kaynak veya Kaynak Kişi/Kişiler olarak tanımlanır. Genel bir söyleyişle bunlar halk sanatkarlarıdırlar ve yaşları ve cinsiyetleri her zaman önem taşımaz. Ancak genel bir yaklaşımla, orta yaş üzerindeki kadın veya erkek halk sanatkarı kaynak kişilerden derleme yapılması tercih edilir. Kaynak kişi/kişiler, çoğunlukla kırsal kesimde ya da bazı şehirlerin kenar mahallelerinde yaşarlar ve derleyici bunlara yine çoğunlukla bir rehber/rehberler vasıtası ile ulaşarak ve önceden belirlenmiş bir amaca uygun olarak, görüşme yoluyla derlemesini yapar. Halk müziği çalışmaları , iki büyük amaca yönelik gerçekleştirilir.
1)Kültür-Sanat dünyasına tanıtmak, bestekarlara malzeme vermek:Halktan derlenen malzemelerin ya halk sanatkarlarının icrası ile ya da profesyonel sanatçılar vasıtasıyla ( müzik eğitimi almış, çeşitli tekniklerle geliştirilerek eğitilmiş, ve artist hüviyetine bürünmüş kişiler vasıtasıyla ) halka geri döndürmek, hem bir coğrafya içinde farklı bölgeleri birbirine yaklaştırmak ve hem de ilim-sanat camiasına ve uzmanlara bunları tanıtarak bir kültür birliği oluşturmak amacı taşır. Derleme yapmanın amaçlarından biri de bestekarlara malzeme vermektir. Bestekarlar, milletlerarası platforma çıkacak milli karakter taşıyan besteleri yapmakla, milli kültüre önemli hizmetlerde bulunurlar. Bu yönleriyle ve taşıdıkları kimlikle özel bir konuma sahiptirler. Dünya milletleri, müzik tarihi boyunca geleneksel değerlerin değerlendirilmesi ve milletlerarası düzeye taşınmasında bestekarlardan çok yararlanmışlar ve geleneksel müzik değerlerinden yararlanan bestekarlara büyük önem vermiştir. Bestekarlar yoluyla, çağın gereklerine uygun eserleri dünyaya tanıtmak her zaman bir amaç olmuştur. Başka bir deyişle bu amaca ulaşmak için, milletler, geleneksel değerleri araç olarak kullanmışlardır.

Bestekarlar eline malzeme vermek, aynı zamanda profesyonel icracılar için de repertuar temini demektir. Yani bestekar geleneksel değerlerden yola çıkarak icracılara repertuar sağlayacak ve icracılar da bu eserleri milletlerarası platforma taşıyarak milli müzik değerlerini tanıtacaklardır. 2) Karşılaştırmalı analiz yapmak:Karşılaştırmalı analiz yapmak! Deyimi, dar manada küçük yerleşim alanları ve toplulukların ( köy, mezra, kabile, aşiret, kavim) belirlenmiş müzik karakterlerini, başka yerleşim alanlarındaki küçük toplulukların müzik karakterleri ile karşılaştırmak ve ortak/farklı yönlerini açığa çıkarmak anlamı içerir. Geniş manada ise, etnik hususiyetleri ile bölgesel ve milletlerarası kültürel değerleri karşılaştırmaya zemin hazırlamak amacı vardır. bu yolla bilimsel düzeyde bir çalışma, aynı zamanda milli kültür değerlerinin milletlerarası platformda tanınması ve değerlendirilmesi yönünde de büyük önem taşır.

* Bu bilgiler, İ.T.Ü. Türk Musikisi Devlet Konservatuarında Öğr. Görevlisi olan değerli hocamız Süleyman Şenel’in hazırlamış olduğu, Türk Halk Musikisi Bilgileri Ders Notlarından alınmıştır.

14 Ağustos 2007 Salı

Türk Halk Çalgıları


Türk halk müziği çalgılarını şöyle sınıflandırabiliriz.
1-Telli Çalgılar
a) Mızrapla çalınanlarb) Parmakla çalınanlar
Bağlama Tar
4-Vurmalı Çalgılar
Davul Nağara Tef Kaşık

Halk Oyunları/Kıyafetleri


























Tüm dünyada olduğu gibi Türk halk oyunlarının çıkış kaynağı olarak da insanlık tarihinin varoluşuna bakmak gerekir. İlk çağlardan beri insanlar gerek kendilerini korumak, gerekse doğaüstü güçlere isteklerini anlatabilmek için oyunu kullanmışlardır.

Türkiye'de bugünkü halk oyunlarının oluşumunda da başlıca şu etkenleri görürüz. Orta Asya, İslamiyet, Anadolu ve Avrupa Kültürü.
Halk oyunlarının oynanması için belli bir sebebin olması gerekir. Oyun isteğe bağlıdır. Türk halk oyunları da düğünlerde, nişanlarda, askere uğurlamada, yaylaya çıkış ve inişte, doğumda, dini ve milli bayramlarda, kazanılan zaferin sonunda, hıdırellez ve nevruz gibi mevsimlik bayramlarda, hasat sonunda, ferfene, barana, sıra gezmesi, yaren sohbeti gibi toplantılarda oynanmaktadır.

Türk halk oyunları oynanış formu bakımından dört ana gruba ayrılır. Birincisi daire biçiminde, ikincisi yarım ay biçiminde, üçüncüsü düz sıra biçiminde, dördüncüsü de karşılıklı iki düz sıra biçimindedir. Bu dizilerin başında topluluğu idare eden bir kişi bulunur. Bu kişiye çeşitli yörelerimizde oynanan oyuna göre değişik isimler verilmektedir. Erzurum, Bayburt, Ağrı, Kars, ve Erzincan gibi illerde barbaşı, Ankara'dan itibaren Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde bulunan illerde halay başı, gövenk başı veya baş çeken, Karadeniz Bölgesinde horon başı, Ege ve Trakya Bölgelerinde ise efe denmektedir.

Topluluğun başında bulunan bu kişiler çok önemlidir. Yörenin müziklerini ve oyunlarını iyi bilmeleri gerekir. Türk halk oyunları figür bakımından zenginliğini bu kişilere borçludur. Ekip başları dizinin başından ayrılarak maharetini, ustalığını göstermek için kendine özgü, doğaçlama figürler yapar. Dizideki diğer kişiler ise bir figürle oyunu devam ettirirler. Topluluk dışında solo olarak adlandırılan, özellikle Ege Bölgesinde oynanan zeybek oyunlarında da oynayan kişi temel figürlerin haricinde doğaçlama figürler yaparak oyunları zenginleştirir. Dizinin başındakilere verildiği gibi sonundakilere de pöçük veya son adam gibi isimler verilir.

Oyunlar genellikle oyun oynamaya elverişli açık alanlarda oynandığı gibi kapalı mekanlarda da oynanır. Yalnız kadınların, yalnız erkeklerin oynadığı oyunların yanında kadın-erkek birlikte oynanan oyunlar da vardır.

Toplu oynanan oyunlarda oyunlara genellikle ağır tempolu oyunlarla başlanır. Çünkü oyunlara öncelikle yaşlılar başlar. Gençlerin oynadığı oyunlar hızlı ve hareketli oyunlardır. Oyunlar bir çalgı eşliğinde oynandığı gibi herhangi bir müzik aleti olmadan türkü ile de oynanmaktadır.

Türk halk oyunlarının konuları ve oynanış biçimleri açısından çok çeşitlilik gösterdiği görülür.

Konularına göre halk oyunlarını şöyle sıralayabiliriz: Tabiat olaylarını konu alan oyunlar (yağmur, sis, akarsu), adlarını yer adlarından alan oyunlar, bitkileri konu alan oyunlar, sayılarla anlatılan oyunlar, hayvanları konu alan oyunlar, toplumsal olayları, kavgayı, savaşı konu alan oyunlar, askere uğurlamayı konu alan oyunlar, tarımla ilgili oyunlar, meslekle ilgili oyunlar, kadınların günlük işlerini konu alan oyunlar.

Figür bakımından da oyunları iki ana bölüme ayırmak mümkündür. Ülkenin her yerinde görülen ortak figürler (çift sol-çift sağ, üç ayak, çökme, dönme, el vurma, topuk vurma, çapraz yürüme vb.) ve bölgesel özellik gösteren figürler (Ege Bölgesinde atik, kollu ve kolsuz yürüyüş, Doğu Karadeniz ve Doğu-Güneydoğu Bölgesinde üçleme, halay sallanışı, omuz sallama, titreme) gibi.

Türkiye'de halk oyunlarına baktığımızda araç kullanımının çok yaygın olduğu görülür. Bunlar; kaşık, sopa, kılıç-kalkan, bıçak, davul, kabak, kalbur, mendil, mum, orak, hayvan postu, tabak, tef, tencere kapağı, tüfek, yorgan, zil, ayna, helke vb.dir.

En çok kullanılanlardan kaşık bir ritm aracı olarak hem kadın, hem erkekler tarafından ve genellikle ülkenin batı bölgelerinde kullanılmaktadır. Diğer bölgelerde görülmez çünkü buralarda oyunlar birbirine tutunarak oynanmaktadır.

Kılıç-kalkanlı oyunlar ise kavga ve savaşı anlatmaktadır, ve erkekler tarafından oynanır. Oyun içinde birtakım yaralanmalar ve kavgaya varan olaylar olabildiği için bugün yerini sopaya bıraktığı görülmektedir (Elazığ-Şanlıurfa). Önceleri müzik eşliğinde oynandığı tahmin edilen kılıç-kalkan oyunları günümüzde müzik aleti kullanmadan yalnızca Bursa'da oynanmaktadır.

Türk halk oyunları HAGEM'in yaptığı araştırmalar yanında çeşitli kişi, kurum ve dernekler sayesinde il il tespit edilmekte ve yarışmalar, festivaller gibi etkinlikler için sahnelenmektedir. Ancak sahneye konurken düzenleme, kostüm gibi faktörler ortaya çıkmakta ve bu konuda çeşitli uygulamalar yapılmaktadır. Buradaki görüntüler bu uygulamalara birer örnektir.

HAGEM, 1986 yılından beri yaklaşık 30 ilde halk oyunlarını video ile belgeleme çalışması yapmıştır ve bu bir proje olarak hâlâ devam etmektedir. Çalışma sonrası elde edilen video bant, ses bandı, slayt, yazılı belge türünden malzemeler Halk Kültürü Arşivi'nde bulunmakta ve halk oyunları konusunda çalışan araştırmacı ve bilim adamlarının hizmetine sunulmaktadır.

Halk oyunları alanında karşılaşılan sorunlara çözüm getirmek amacıyla Üniversiteler ile ortaklaşa 1987 yılında Türk Halk Oyunlarının Sahnelenmesinde Karşılaşılan Problemler Sempozyumu, 1990 yılında Türk Halk Oyunlarının Öğretiminde Karşılaşılan Problemler Sempozyumu yapılmış, 1999 yılında ise Türk Halk Oyunlarının Sahada Derlenmesinde Karşılaşılan Problemler Sempozyumu düzenlenmesi planlanmıştır.

Kaynak:T.C. Kültür Bakanlığı

HALK MÜZİĞİ

Bir sanat endişesi olmadan, halkın duygu ve düşüncelerini, sevinç ve acılarını, yiitlik, göç, sevgi, sıla özlemi ve daha nice güncel yaşamın toplumsal olaylarını, sade fakat içten gelen ezgilerle anlata bilen ve halkın ortak yaratma gücünün ürünü olan MÜZİK'tir. Halk müziği iki şekilde kendini gösterir: Sözlü ve sözsüz olarak. Sözlü halk müziği, bütün türleriyle halkın türkülerini, sözsüz halk müziği ise tüm halk oyunlarının ezgilerini kapsamaktadır.Halk türküleri Koşma, Yiğitleme, Taşlama, Ağıt, Ninni, Uzun hava, Destan, Kız ağlatma gibi konuları işler ve sevgi, özlem, gurbet, ayrılık, ölüm, askere gidiş, düğün, yerleşme, göç, kan davası, kına, nişan, gibi temaları konu alır ve içtenlik, sadelik, gösterişsizlik, alçak gönüllülük niteliği gösterir ve gercekci renk ve özellik taşırlar. Hiç bir halk türküsünün sözünde veya bir halk oyununun havasın'da yapmacık, iki yüzlülük ve kabalık görülmez. Şakacılık teması işleyen türkülerin sözlerinde bile insanı çabucak kavrayan sıcak bir hava vardır.Halk Müzini Belirleyen Ögeler Dizgesel Ögeler: Halk müziğin'de türk müziği'nin diğer türleri gibi 17 'li perde dizgesi kullanılır.Çalgısal Ögeler: Bağlama, cura, divan, üctelli, tanbura, kabak kemane, sipsi, kaval, mey, davul ve zurna Bu türün icinde kullanılan belli başlı calgılardır. Ezgisel Ögeler: Ezgiler bezekli olup;küme, motif ve ezgi sekilemeleri yoğun olarak kullanılır. Ritimsel Ögeler: Usulsüz ve usüllü olabilir. Usullü alt türlerden, genel olarak onbeş zamanlıya kadar kücük usuller kullanılmış olup, on zamanlıya kadar olan usuller yogundur. Biçimsel Ögeler: Genel olarak bir bölümlü biçimler kullanılmıştır. İcrasal Ögeler: Bu ögeleri agız, tavır ve düzen olarak üçe ayırıyoruz.a) Agız : Sözel türlerde türü belirleyen bir ögedir. Örnek: Karadeniz ağzı , Arguvan ağzı gibi.b) Tavır: Hem sözel hem çalgısal türlerde, Türü belirleyen bir öge olarak kullanılır. Örnegin, Zeybek tavrı'nın Zeybek türünü belirleyen ögelerden biri olması gibi.c) Düzen: Halk müziginde seslendirilecek eserin makamı, dolayısıyla, durak ve güçlü sesleri dikkate alınarak, telli calgılarda her telin belirli bir sese eşleştirilmesiyle oluşturulan akort şekline düzen denir.Günümüzde, bozuk düzen (kara düzen), bağlama düzeni ve misket düzeni adlarıyla anılan üç ayrı düzen yoğun olarak kullanılmaktadır. Halk müziğinde bir diğer genel özelliği ise, Anonim oluşudur.

Halk Ozanları

Halk Ozanları

ÂŞIK EDEBİYATI

Âşık, Türk Halk Edebiyatında XVI. yy’ın başından itibaren görülen şair tipidir. Âşığın şairlik gücünü rüyasında pirin sunduğu “âşk badesini” içmekle ve “sevgilisinin hayalini” görmekle kazandığına inanılır. Rüya da genellikle âşık adayının karşısına bir sevgili veya saz çıkmaktadır. Rüyaların süsü ak sakallı bir derviş ve bazen bir bazen üç dolu bardaktır. Bardağın rüyada tas halinde görülmesine de sık sık rastlanır. Ozanlara rüyada sunulan tasların içindeki mayilere aşk dolusu denir. Fars Edebiyatı’nın etkisiyle bâde adını da almaktadır. Bunlar; erlik, pirlik ve âşk badesi diye adlandırılırlar.
Âşıklarımız genellikle bir usta âşığın yanında yetişirler. Ondan hem usta deyişlerini hem de sanatın icrasına ilişkin yol ve yöntemleri öğrenirler. Âşık meclislerinde, kahvelerde bu ustaların sanatlarını icra ediş biçimlerini yeterince kavradıktan sonra, ustalaşan ozanlarda kendilerine çırak alırlar ve gelenek bu şekilde devam eder.
Âşık, bilgi, duygu ve becerisini yaptığı atışmalarda gösterir. Atışmalardaki amaç; yarışmak ve kazanmaktır. Atışmalarda en az iki âşık karşı karşıya gelir. Mecliste bulunan saygın bir kişinin ya da usta bir ozanın ayak söylemesiyle atışma başlar. Ayağa uygun dörtlük söyleyemiyen âşığın yenilgisiyle atışma sona erer.
Âşık Edebiyatının başlıca unsurlarından birisini hikâye anlatma oluşturur. Saz şairleri içerisinde geleneğe bağlı olanların çoğu âşık meclislerinde hikâye anlatırlar. Bir kısım usta saz şairleri ise, bir yandan usta malı halk hikâyeleri anlatırken bir yandan da kendi düzdükleri hikâyeleri anlatırlar. Çıldırlı Âşık Şenlik, Ercişli Emrah, Sabit Müdami geleneğe bu yanıyla katkıda bulunmuş saz şairleridir.
Tonguzların Şaman, Moğol ve Baryatlar’ın Bo veya Bugue, Yakutların Oyun, Oğuzların Ozan dedikleri bu geleneğin temsilcileri toplumun yaşam biçimlerini düşünce ve duygularını, olaylara bakış açılarını şiirleriyle dile getirmişlerdir.
Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Köroğlu, Dadaloğlu, Karacaoğlan, Erzurumlu Emrah, Ercişli Emrah, Dertli, Aşık Veysel bu geleneğin en önemli temsilcileri olmuştur.
Aşıklık geleneği Anadolu coğrafyasında bugün de canlı olarak yaşatılmaktadır.
Aşık Veysel Şatıroğlu Dadaloğlu Dertli Ercişli Emrah Erzurumlu Emrah Karacaoğlan Köroğlu Pir Sultan Abdal Seyrani Sümmani Yunus Emre
Yaşayan Ozanlar
Mahsuni Şerif Mevlüt Şafak Murat Çobanoğlu Şerafettin Taşlıova

Kaynak:T.C. Kültür Bakanlığı

Blogumuzu Açtık

Bu gün(14/08/2007)Tarihiyle Blogumuz Açılmıştır.Blogumda Türk Halk Müziği Hakkında Yazılar,Albüm Tanıtımları,Bağlama Üzerine Yazılar,Değerli Türk Halk Müziği Sanatçılarının Videoları,Ozanlarımızı,Türkü Hikayelerini,Türkü Notalarını Bulacaksınız.Kültürümüzün Unutulmaması İçin Elimizden Geleni Yapacağız.

Not:Tema http://notlarvenotalar.blogspot.com/ adresinden alınmıştır.Üzerinde ufak değişiklikler yaparak kullanmaktayım.Arkadaşa Teşekkürler